Kozan Tarihi
KOZAN TARİHİ
İlçe geçmişinde Sisiyon ,Sisi ve Sis gibi değişik adlar ile anılan antik bir kenttir. M.Ö. 3. binyılda Güney Anadolu sahil ovalarında, Hitit vesikalarının onlara verdikleri isim ile Luvi (Luwi) kavimleri yaşamaktaydılar. Ayrıca, Mersin-Yümüktepe ve Tarsus-Gözlükule kazılarında görülen M.Ö. 3. Binyıl Erken Tunç kültürü, bu Luvi kavimlerine ait idi. M.Ö. 1900-1200 yılları arasında 700 yıl gibi uzun bir süre Anadolu yarımadasına hakim olan Hititler, Çukurova’yı Uru Adania olarak adlandırmışlardır.Tarım ve hayvancılık yörede çok gelişmiştir. Hitit uygarlığı Adana yöresinde derin izler bırakmıştır.Geç Hitit dönemi Daha sonraları Işık Demir ve Bey Demir’in Kozan’ı almasından sonra Çukurova’da Memlük Devleti’nin hakimiyeti görünmektedir. Memlükler’in egemenliği devrinde Halep emirlerine bağlı olan Kozan, merkezden gönderilen valiler tara fından idare edilmekteydi. Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıflamasıyla Anadolu’da beylikler dönemi başlamıştır. 1352’de Şahabettin Ahmet bey tarafın dan kurulan Ramazonoğlu Beyliği uzun süre Memlükler’e bağlı olarak varlığını devam ettirdi. Osmanlı imparatorluğu, Çukurova’yı fethedince Memİükler’in aksine böl genin idaresini buraların hakimi olan Ramazanoğulları’na bırakmıştır. Bu idari uygulamayla Kozan, Adana vilayetine bağlı bir sancak statüsünü almıştır. 1516 yılında Osmanlı İmparatorluğu yönetimine geçen Çukurova ve çevresi 1919 yılına kadar 450 yıl süreyle Türk kalmıştır. Yeni Çağda, yöredeki yerleşme faaliyetleri olarak çeşitli Türkmen boylarının yaşıyor olmasına, Ramazanoğlu ve daha sonraki Osmanlılar’ın iskan faaliylerine rastanılmaktadır.
1519 ve 1540 yılları arasında yapılan Osmanlı Tahrir Defterleri’ne göre Sis Sancağı; Feke, Anavarza, Lembert, Küpdere ve Parsi-bit (Pars-berd) kalelerinden teşekkül etmekte idi. Sis Sancağı cemrini ise, Savcı-hacılu, Eğlen-oğlu, Avşar ve Kavurgalı gibi cem oluşturmaktaydı.
MİLLİ MÜCADELE VE KOZAN
Çukurova Savunması
Adana Savunması veya Çukurova savunması Fransa nın Adana ilini ve ilçelerinde hakimiyet kurma ve Ermenilerin bu bölgeye yerleştirilmesi politikalarına karşı çıkan bir halk haraketi sonucu oluşmuşdur. 1 Ocak 1919 başlayan işgal 9 Mart 1921 de T.B.M.M. in Ankara Antlaşmasıyla sona ermişdir.
Birinci Dünya Savaşı sonunda 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi hükümlerine dayanarak, Güney Anadolu’yu denetimi altında tutacak olan Fransızlar
1. 17 Aralık 1918’de Mersin’e çıkarma yaptılar. Mersin’i işgal ettiler.
2. 18 Aralık 1918’de Tarsus,
3. 20 Aralık 1918’de Adana işgal edilmiştir.
Eylül 1919’da gelindiğinde ana merkez Çukurova da olmak üzere Urfa, Antep, Maraş ve Kayseri’nin Develi Kazasının 20 km. yakınlarına dek ilerlemişlerdi. Zamantı suyunu sınır kabuletmişler ve Bakırdağ Nahiyesini denetimleri altına alırlar.
Fransa bu bölgeyi kendi kolonisi olarak 1 Ocak 1919 Fransız valisi Édouard Brémond (b. 1868 - d. 1948) u atamış Bu valinin ermeni politikaları halk karşıtlığı doğurunca 4 Eylül 1920 da bu valiyi Eylül 1920 Julien Dufieux le depiştirmişdir.
FRANSIZ POLİTİKALARI
Adana’yı merkez edinen Fransız komutanlığı, güçlerini fazla dağıtmamak için, direnişle karşılaşmadığı sürece, merkezden uzak bölgelere, asker göndermediler. Denetim işgal birlikleri içindeki Ermeni gönüllü taburlarıyla sağlamaktadırlar. İşgal ettiği bu uzak kasabaların yönetimi de yörenin Ermeni ileri gelenlerine veriyordu. Bakırdağ (Rumlu) Nahiyesi’nde de bu tür bir uygulama yapan Fransızlar, Sarkis Efendi atlı bir Ermeniyi nahiye müdürlüğüne getirmişlerdi. Nahiye merkezi Bakırdağ’ın Kiske köyündeydi. Gerek nahiye merkezindeki, gerek çevre köylerdeki güvenliği de Ermeni Jandarmaları sağlıyordu.
Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Çukurova'da kargaşa yaratmaya çalıştılar. Mondros Mütarekisi'nden sonra bu kargaşa daha da artmıştı.
İdare meclisi, Belediye meclisi, Mahkeme heyeti üyeleri yarı yarıya Ermenileştirildi. Yani belediye meclisinde 8 üye varsa 4’ü çıkarılıp, 4 Ermeni tayin edildi. Bütün teşekküller bu şekilde denkleştirilmiş oldu.
Polis ve Jandarma sayısı Ermeni, diğer yarısı da Çerkez, Arap, Kürt ve Türklerden olmak üzere düzenlenmiştir. Kadirli’li Çerkez Nuri Çavuş’un oğlu Cako ile çerkez Murat ve Sefer Beyler Jandarma subayı tayin edildiler. Cako bey, Kozan’a gelip Tayyarda ile görüşmüştür. Tayyarda kendisine 50 silah vereceğini ve adamlarını hazırlamasını söylemiştir. Cako, bazı Türkler’e de Çerkez elbisesi giydirerek 50 kişiyi tamamlamış ve silahlarını alarak göreve başlamıştır.
Ermenilerin şikayetlerini dinleyerek isteklerini yerine getirmek üzere, olağanüstü yetkili Tesviye-i Mesalih adı ile bir komisyon kurdurur. Zaman kaybetmeden hemen görevine başlayan bu komisyon, Türklerin ekonomik açıdan zayıflaması ve işgal kuvvetlerine mutlak itaatle bağlanması siyasetini gütmüştür. Bu türlü istek ve şikayetlerin uygulanması, Türklere karşı açılmış bir zulüm kampanyası halini almıştır. Dolayısı ile Türkler bu komisyona, Zorla Tesviye-i Mesalih adını takmışlardı.
ERMENİ DEVLETİNİN KURULMASI
Bu sırada Ermeniler bazı cemiyetler kuruyor ve bu cemiyetler vasıtası ile faaliyete geçiyorlardı. Bu cemiyetlerden birisi Gençlik Dernekleri idi. Çukurova'ya gelen Ermenileri müstahsil duruma getirmek, Türkleri Fransız makamlarına jurnallemek ve gençlerini siyasi cemiyetlerle yetiştirmek yönünden gayret sarfediyorlardı. Sık sık gösteriler düzenliyorlar ve her fırsattan yararlanarak, hülyasını güttükleri Ermenistan krallığının bayrağını çekiyorlardı . Ermeniler bu fırsattan azami derecede istifade etmek ve Fransızların gözüne girebilmek için Türklere karşı tecavüzlere başlayarak, ikinci bir cemiyet olarak da Ermeni İntikam Alayı'nı kurdular . Bu konuda Ali Saip :
"Adana'da teşkil edilen Ermeni İntikam Alayı alenen zulüm ve itisaf bayrağını açmış idi. Fakat bu alay kimden intikam alacaktı? Ordu terhis edilmiş, Adana vilayeti kontrol altına alınmış idi. Fransızlarca bu unvan altında bir alay teşkiline nasıl muvafakat ediyorlardı. Bu intikam alayına ne lüzum vardı. Fakat onların hedefi yalnız Türk Hükümeti, Türk hakimiyeti değildi, bizzat Türk hayatına kast idi ve bilhassa onu yaşatmamak, onu boğmak öldürmek idi"
demektedir. Nitekim Ermeni intikam hareketleri Şubat 1919'da korkunç bir artış göstermiştir. Fransızlar bile buna tahammül edememişler ve Ermeni Gönüllüleri'nden bir taburu dağıtarak, 1 Mart 1919'da Port Said'e göndermişlerdi . Ermenilerin vahşiyane hareketleri oldukça hızlı bir şekilde devam etmişti .
Öte yandan Çukurova'da Türklerin elindeki silahlar toplanmış ve diğer yandan Ermeniler, Türklere karşı silahla donatılmışlardır . Bunun üzerine Temsil Heyeti Başkanlığı tarafından, Albay Refet Bey'e gönderilen bir telgrafta; Adana'da halkın durumunun iyi gitmediği, Fransızların Maraş ve Urfa'da yaptıklarını aynen Adana'da da tatbik ettikleri, Ermenileri silahlandırdıkları ve bunları müslüman halka saldırttıkları, Kozan civarında müslümanlardan toplanan silahları ve hatta hayvanatı dahi Ermenilere verdikleri, adı geçen civarda Hamamköyü, Kurdoğlu Çiftliği, Toklubey Çiftliği, Çolakhasan, Yassıçalı, Mehmetağa ve Kabasakal köyleri Ermeni jandarma ve gönüllüleri tarafından tamamen tahrip edildiği ve bu köylerden kaçan müslüman halkın Ceyhan ve Karsantı taraflarına hicret ettikleri ve Bucak civarında diğer birkaç köyün yakıldığı haber alınmıştır. Fransızlar bu durumda Çukurova'da yaşayan halk arasında intikam tohumlarını ekerek, Ermenilerin Türkleri katletmesini teşvik etmekteydiler , şeklindeki haberiyle de olayların korkunç boyuta ulaştığı belirtilmekteydi.
Adana'da kısa bir süre vali vekili olarak bulunan Esat Bey ise anılarında şunları söylemektedir :
"Adana'nın Ermeni murahhası Muşıh vardı. Avrupa'da tahsil görmüş, genç ve halis bir komitacı idi. Kendisinin oturduğu binanın altındaki dükkanlarda bomba yapılıyordu. Bir gün bir bomba infilak eder, bina berheva olur. Binanın enkazı altında ve sandık içinde bombalar çıkar. Kiliseleri ve reis-i ruhanilerin oturdukları yerleri bile böyle silah depoları ve birer fesat ocakları haline getirmişlerdi. Bundan başka mukaddesata, ibadethanelere kadar el uzatmışlardı, ezcümle akşam ve yatsı ezanları minarelerden okunurken Ermeniler tarafından kurşun atılmak suretiyle müezzinlerin hayatlarını tehlikeye koymuşlardı. Bu kabil sarkıntılıklar işgal memurlarının gözleri önünde ve memletin içinde yani nüfus kesafeti inzibat vesaiti kuvvetli bir yerde oluyordu. Kırlarda köylerde artık ne yapmazlardı...."
Bu durumlara şahit olan Gani Girici, bir olayı şöyle anlatmaktadır:
"Ermeniler, Adana’daki Hacı Bayram Camiinin minaresine köpek çıkardılar ve havlattılar. Bundan sonra, Türkler ezanınız okunuyor, namaz kılmaya gidin dediler” .
Ayrıca Ermeniler Türk dükkanlarını 10 Şubat 1919 tarihinden itibaren yağmalamaya başladılar. 25 Şubat da ise, sarraf Vanlı Ahmet Efendi'nin evi talan edilerek ve kendisi süngülenerek, delik deşik bir vaziyette şehit edildi . Böylece Fransızlar, haksız işgallerinden sonra, halka karşı çok fena hareketlerde bulundular ve bunları Fransız üniforması altında Ermenilere yaptırdılar . Bu konuda TBMM Gizli Oturumunda M.Kemal şöyle demiştir :
"...Denebilirki, her ne sebeple olursa bu memlekette Ermenilerle milletimiz arasında bir takım kanlı vekayi cereyan etmiştir. Bu iki milletin birbirine ve bilhassa Ermenilerin milletimize karşı kuvvetli buuz ve adavetleri vardır. Binaenaleyh Ermenileri bize taslit etmek, ahali-i islâmiyeye taslit etmek, bittabi gayet yanlış hareketti. Çünkü, Ermenilerin gayesi -bilhassa himaye ve siyanet görüldükten sonra- Kilikya'da, Antep'te, Maraş'ta, Urfa'da, her nerede bulurlarsa ahali-i islâmiyeyi imha etmektir. Oralarda bulunan zavallı kardaşlarımız pek acı muamelelere maruz kalmışlardır...".
Böylece Çukurova'da, Fransızların desteği ile katliamlar başladı. Ermenilerin silah için, Türk jandarmalarının idaresinde bulunan ve içerisinde silah olan depoya yaptıkları baskın sonunda Jandarma Okulu Muallimi Osman Efendi, iki jandarmamız ve sivil halkdan da iki kişi şehit edildi . Bu hadiselerden başka, 11 Haziran (1920) günü öğleden sonra ise çaresiz bir grup halk Kâhyaoğlu Çiftliği'ne vardıklarında, otuz kadar Ermeni'den oluşan bir çetenin saldırısına uğrayarak, bütün erkekler bir eve, kadınlarla çocuklar diğer bir eve doldurularak, kırküç erkek, yirmibir kadın ve sayısı tespit edilemeyen çocuklar kamadan geçirilmiş ve kadınların kollarını ve kulaklarını kesmek suretiyle bilezik ve küpelerini de almışlardır .
Çukurova'da olan bu hadiseler üzerine M.Kemal Paşa, Bursa'da 56. Fırka Komutanı Miralay Bekir Sami Efendi'ye gönderdiği telgrafta; "Gelecekteki durumun General Gouraud'ya bildirilmesi ve kumandan Brissot'ya vaziyetin hemen tebliğ edilmesi maksadıyla; Çukurova'da, islâm ahalisine karşı yapılan bu hareketler, halkın galeyana gelmesine vesile olmuştur. Bu hadiselere derhal son verilmesi istenilmiş, aksi takdirde vuku bulacak hadiselerden hiç bir mesuliyeti kabul edemeyeceğini" bildirmiştir . Bu telgrafa rağmen, Çukurova'daki Ermeni mezaliminin önüne geçilememiştir.
Yine 12 Haziran 1920'de Yüreğir ovasında 150 kişiyi öldürmüşler ve bir o kadarını da yaraladıkları Çotlu Köyü'nde 5 çobanın da gözlerini oymuşlardır . 15 Haziran 1920 tarihinde ise, Camili ve Dedepınar köylerinde Türk çeteleri var bahanesiyle Feytullah Çiftliğine toplanan Ermeni komitecileri 500 kadar kuvvetle iki köyün halkından ve etraftaki aşiretlerden biriken 175-200 kişi kadar silahsız kadın ve çocukları şehit ederek, evlerini de yakıp yıkmışlardır .
Başka bir hadise de şöyle cereyan etmiştir: İşgalcilerden Sancak Guvarnörü ve Harp Divanı Başkanı olan Kolonel Normand, sanki Ermeni kuomitecilerinin elinde bir maşa olmuştur. Bir çok Türk'ün haksız yere, müdafaası alınmadan idamına emir vermiştir. Kolonel Normand eski garaj (şimdiki Merkez Camii) civarından geçen Seyhan nehri kenarında gözlerini bağlatmadan yirmi iki Türk'ü kurşuna dizdirmiş ve bu işi de bizzat Ermeni çetelerine yaptırmıştı .
İşgalcilerden yüz bulan Ermeniler, yaptıkları yetmezmiş gibi bir de Şişmanyan Hükümeti'ni kurdular (16 Haziran 1920) . Türk-Ermeni davalarını halletmek üzere kurulmuş olan bu Ermeni Hükümeti, şimdiki merkez bankasının yerinde bulunan büyük kiliseyi merkez yapmışlar ve bu vesileyle bu hükümet; polis, jandarma ve askerî teşkilatını kurmuştur. Ermeniler bu hükümetin varlığından faydalanarak, uydurma alacak veya seferberlikte sürgüne giderken Türklere emanet olarak hayvan, eşya vesair gibi şeyler bıraktıklarını bahane ederek, davacı olmaya başladılar. Dava edilen Türk zengin ise hem parası alınıyor, hem de parası olmayanlarla birlikte kilisedeki Şişmanyan Hükümeti'ne götürülerek, akibeti meçhul hale getiriliyordu. Bu meçhuliyet Adana'nın düşman işgalinden kurtarılmasından sonra, adı geçen kilisenin aranması sırasında alt kısmında tespit edilen sığınaklarda yüzlerce Türk'ün katledildiğinin görülmesiyle aydınlığa kavuşmuştur .
Çukurova yöresinde adeta Ermeni mezbahaları kurulmuş, buralarda Türkler kesilmiş, Adana'da Türk kanı kıyasıya akıtılmış, insan mezbahalarına sürüklenerek götürülen Türkler, buralarda boğazlanmıştı. Bunda, Ermeni Kilisesi baş rolü oynamıştı. Adana sokaklarında çocuk, ihtiyar, kadın, kız, genç demeksizin insanlar parçalanarak, çengellere takılmış, böylece bu vahşet hareketleri tarihe lanet ve esef dolu sahifeler halinde geçmişti. Çengellere çok defa diri diri geçirilen talihsizler de olmuştu. Feryad ve ıztırap içinde diri diri çengele takılmış olan Türk çocukları satırlarla parçalanmıştı. Ermeniler böyle hareketlerde birbirleriyle yarış halindeydiler .
Adana'da kilise avlusu kazılarak derin bir mezarlık haline getirilmişti. Bu mezarlık 2.000 kişi alacak kadar kazılmıştı. Mezbahada parçalanmasına gerek duymadıklarını bıçaklayarak çukura atmışlardı. Çukura atılanların çoğu kurşunlanmış, veyahut da başına bir çekiçle vurularak öldürülmüş, ölmese de atılmış olduğu çukurda inleyerek can vermişti . Bu durumdan endişe duyan Türk insanını, şehrin hemen yakınında bulunan, bağına ve bahçesine gidemez hale getirmişlerdi .
Böylece işgalciler, şehirde yaşayan Türkleri kaçırmak için şiddeti arttırdılar. Her gün ölüm korkusu ve katliam havadisleri yaydılar; bir yandan da işkence ve zulmü fazlalaştırdılar . Bu haberler ve olaylar üzerine halka karşı katliam yapılmasından endişe ediliyordu. Bu endişeyi Mustafa Kemal şöyle dile getirmiştir: "Adana vilayeti dahilindeki müslümanlar, tepeden tırnağa kadar teslih edilen Ermenilerin tehdidi altında, her dakika katliama maruz bulunuyorlardı" . Mustafa Kemal'in de belirttiği gibi müslüman ahali Ermeni katliamı ile karşı karşıya gelmişti.
KAÇ KAÇ OLAYI
Kaç-Kaç olayı Kilikya Savunması sırasında Adana halkının mezalimden korkarak iç anadolya doğru mülteci olmasını anlatmaktadır.
Bunun üzerine, yavaş yavaş şehri terkeden Türk aileleri 10 Temmuz 1920'de tamamen genel birkaçışa başladılar. 10 Temmuz'daki katliam söylentisi hemen hemen bütün şehirdeki Türkleri kaçmaya mecbur etmişti . Ermenilerin kasıtlı olarak yaptıkları katliamlar ise şehirde asayişi bozmuş ve halkın kaçmasına zemin hazırlamıştı. Bu durumu anlayan halk da düşmandan temizlenmiş Toroslara sığınmak için harekete geçti. Fakat, Adana'dan çıkış zor idi. Her tarafta Ermeni çeteleri her an müslüman Türk'ün can güvenliğini tehdit ediyorlardı. Bu büyük bir tehlike idi. Asıl mesele bu olup, Toroslara sığınmaktan amaç ise kaçıp kurtulmaktan daha çok, orada teşkilatlanıp, Adana'yı düşman istilasından kurtarmaktı.
Bunu sezen Fransızlar, 9 Temmuz 1920 tarihinde Ermeni komitecileri ile düzme bir oyun tertip ederek; müslüman halkın şehri boşaltmalarını kolaylaştırmak için güneydeki bahçeler tarafına Cezayirli müslüman askerlerini nöbetçi koyup, bu duruma müsamaha göster-diler . 10 Temmuz sabahı iki saat süren silahların müslüman mahalleleri üzerine sıkılmasından sonra Türkler, koltuklarında birer bohça ile Oba yoluna doğru kaçmaya başladılar . Çarşıdaki Türkler dükkanlarını kapamadan, evde kadınlar eşyalarını ve giyecek bir şey almadan şehrin batı ve güney taraflarına, yani oba semtlerine kaçmaya başladılar . Kaç-Kaç yolculuğuna ova köylüleri de, paniğe kapılarak iştirak etmişlerdi . İşte bu ana-baba yurdunu ve evini mahşeri bir vaziyette terkederek kocası, karısını; çocuğu, anasını bulamayan, bu günün adına işgal tarihinde Kaç-Kaç denilmiştir . Kaç-Kaç gerçek anlamda bir millî kıyam olup, zulme karşı yapılan bu sessiz direniş nesillerden nesillere intikal edecek, hiç bir zaman unutulmayacaktı . 10 Temmuz günü Fransız uçakları, sabahın erken saatlerinden, öğlene kadar bu Kaç-Kaç kafilesine katılanların üzerlerine bomba ve sivri çiviler atmışlardı. Zalim Fransızlar Türkleri burada da rahat bırakmamışlar ve böylece bazılarının ölümlerine sebep olmuşlardı . Kaç-Kaç sırasında bulunan Abdulkadir Bilginer kitabında olayı şöyle yazmaktadır :
"...Bizler dikenli ve tozlu yollarda, kuşları uçurtmayan kasıp kavuran güneş tepemizde; etrafımızda vicdansız süngülü askerler, durup dinlenmeden yürüyorduk....askerler arasında çok sayıda Ermeniler de vardı. Ellerine istedikleri fırsat geçmiş, bizlerden intikam alıyorlardı. Ara sıra: 'Alçak Dacikler' deyip gülüyorlardı-Dacik Ermenice Türk demekmiş-. Kafilenin arasına tüfeklerle giremiyorlardı. Canı yananlar bir hadise çıkarabilir korkusu vardı. Bir ara solumuzda acı bir kadın sesi, bağırışlar, itişip kakışmalar oldu. Yaşlı bir nineye çabuk yürü diye dipçik vurmuşlar. O ana kadar ufak tefek homurdanmalar dışında yürüyüş oldukça sakindi. İhtiyar nineye yapılan bu alçaklığa halk dayanamadı. Askerlere saldıranlar bile oldu. Fransız askerleri daha çok ateş açarak, halkı tehdide başladılar. Askerlerin bütün güvenceleri havaya silah sıkmaktı. Ermeni olduğu anlaşılan bir asker ise: 'Sinirlenmeyin sonunuz daha fena olur' dedi ve yürüdü....". artık halk yavaş yavaş Toroslara göç ederken, paralı olanlar ise daha içerlere kaçmışlardı .
O günlerde Pozantı'da yayın yapan Yeni Adana Gazetesi daha sonra bu Kaç-Kaç olayından şu şekilde bahseder :
"Adana'nın Kara Günü (10 Temmuz 1336/1920) Geçen sene Fransızlarla akd edilen mütarekenin nihayet bulduğu günleri takip eden günlerde Fransızlar, ateşlenmiş Ermeniler, gayz ve ihtirasla zavallı islâmların başına bela kesilmişlerdir. Her geçen gün Adana için kanlı bir matem gölgesi bırakıyordu. Kafkas dağlarından gelen haydut 'Şişmanyan' Ermeni kilisesinde bir hükümet tesis etmiş burada sokaklardan toplanan islâmlar bin bir türlü engizisyon cezalarıyla idama gönderiliyordu. Bütün şehri zulüm, felaket doldurmuştu.
Sırtlan hisli Bremond, Dufieux celladlarına emir vermiş memleket kan ve ateşle boğuluyordu. Bu hainlikler gittikçe artıyor. Bu son müslümanların kalbi zulüm korkusuyla titriyor. Kafile kafile kadın, çocuk yollara dökülmüş şehrin cenubuna doğru akıp gidiyordu.
Temmuz'un onuncu günü şehir bir mezbaha halini aldı. O gaileden yarım saat sonra tertip edilen ihtilal başlamış, şehrin Ermenilerle meskun olan aksamından cehennemi bir ateş açılmıştı. Yollarda, sokaklarda birçok zavallıların cesetleri yatıyor. Kızlar, kadınlar canlarını kurtarmak için yalın ayak, baş açık temmuz güneşinin kızgın alevleri içinde yükselen, kesif tozlara boğularak akın, akın hicret ediyorlardı. Anasını kayıp eden yavrular, göğsü delinmiş yavrusunun üzerine kapanan ak saçlı analar namusu üzerine titreyen bakirelerle ovalar, obalar dolmuştu.
Hicret başlamış, kanlı eller ufka doğru yükselmiş sırtlan sadaları bu kafaların arkasından yükseliyordu. Günler geçti. Gülistan gibi kıymetli memleketimiz baykuş yuvalarına döndü. Kanlı eller saf-ı Seyhan kenarında yıkandı. Türk hazineleri yağma edildi.
Bu gün hâlâ kulaklarımızda uğuldayan birçok zehirli sedalar var. (Geliyorlar, doldururlar...... ah namusum... yavrum) bu sözleri her ağız ayrı ayrı söylüyor. Beş yüz senelik yuvasından uzaklaşıp gidiyordu. 10 Temmuz kara gün, binlerce islâm mezarının açıldığı gündü".
Kaç-Kaç olayı Adanalıları gerçekten sarsmıştı. Bu hadise Fransızlar için de kötü bir puandı. Türkler kaçmışlardı ancak bunun intikamını almak için hazırlanıyorlardı. Onlar sadece canlarını kurtarmak için kaçmamışlardı, Toroslarda Millî Teşkilât'a dahil olarak Adana'nın kurtuluşu için savaşmak amacıyla kaçmışlardı. Kaç-Kaç'ta gizlenen millî ruh bu idi .
10 Temmuz 1920'de binlerce Adanalının, cehennemi bir sıcakta, toz toprak içinde, sefil, perişan bir vaziyette gerçekleştirdikleri bu kaçış, Fransızlarla Ermenileri memnun etmişti .
POLİS GÜÇLERİ
İşgalden sonra Adana'ya bir Ermeni Polis Müdürü tayin edilmişti. Abdurrahman ismindeki Arap asıllı bir vali de İstanbul Hükümeti'nden ziyade, Fransızların ve Ermenilerin emrinde çalışmaktaydı. Zaten asıl vali Dufieux isminde bir Fransız idi. Hacın gibi yerler de fiilen Ermeni idaresine geçmişti . Ali Saip Adana'dan ayrılıp Urfa'ya gidince, oradaki halkı şu şekilde uyarmıştı :
"Adana'ya Fransız ayağı bastığı günden itibaren, din, namus, haysiyet ve şerefe tecavüz başladı. Burada da aynı zulümler başlamak üzere bulunuyor. Fransız kumandanı, muvazzaf jandarmaların terhisiyle kaydettireceğini söyledi. Bundan maksat da hazırladıkları 300 Ermeniyi jandarma kaydettirmektir. Adana ve Kozan'da kulağı kesilen ve gözleri oyulan müslümanları gözümle gördüm. Bu felaket görmüş bölgeden, bağrım, ciğerim yanık olarak, buraya geldiğim ve burada da aynı kötülüklerin başlamak üzere bulunduğuna vakıf olduğum için, sizi uyarmayı verilmiş bir görev sayıyorum".
Ermenilerin yaptıklarından birkaç örnek daha vermek istiyorum; “Saimbeyli (Hacın)’ye gitmekte olan Kamovarlar Eskikarakol yerine yakın Gölyeri çayırlığında Çerkez İsmail Bey’in Yılkı adıyla adlanan at sürüsünü otlattığını gördüler. Onu soymaya kalkıştılar. İsmail bey direnince silahlı düello başladı. İsmail Bey öldürüldü ama, ölmeden önce de bir Kamavoru öldürdü. Sağ kalanlar İsmail Bey’in gövdesini yarık yarık ettiler. Ellerini kalçalarından açtıkları yarıklara soktular. Ölü arkadaşlarını da, ata yükleyerek Saimbeyli’ye taşıdılar” . Tavaslı ve Hacılar köyünden Ahmet ve Mustafa ile arkadaşı ve daha kaydedilmemiş olan birçok Türk, gözleri oyulmak ve burunları kesilmek suretiyle şehit edilmişlerdi. Kozan'ı işgal sırasında dağlarda ve yollarda parça parça edilmiş vaziyette 140 Türk ölüsü bulunmuştu. Ali Saip hatıralarında bu olayları şöyle anlatmaya devam etmektedir ;
"Bu denli ve her türlü kayıtlardan, mesuliyetlerden azade kudurmuş canavarlar gibi etrafa saldıran fedailer, eti kemikten ayrılmış Türklere pek çok hakaret ve eziyet etmek için, müslüman kadınlarını tehdit ve sıkıştırma ile ve nümayişlerle kiliselerde hıristiyan yapıyorlardı. Bu acıklı olayı hakkıyla nakil ve tasvir etmeyi ağır başlılık, izzet-i nefis ahlâk anlayışımıza uygun görmüyorum".
şeklinde yazarak, olayların boyutunun korkunç olduğunu belirtmektedir.
KOZAN
Kozan’da bulunan Ermeniler Adana’nın işgalinden güç alarak Kozan’ın da işgal edilmesi için Adana İşgal Kuvvetleri Komutanı Bremon’a heyet göndermek suretiyle Kozan’ın işgalini istemişlerdir.
Bu arada Kozan’ın Türk eşrafı ve ileri gelenleri Mutasarrıf Ihsan Bey’in başkanlığında belediyede toplanarak son olaylar gözden geçirildi ve ne gibi bir hareket tarzı takip edileceği üzerinde duruldu. Neticede Adana’ya bir heyet gönderilerek işgal makamları ile temas edilip Kozan’ın işgalden kurtarılması çarelerinin aranması, olmadığı taktirde hiç olmazsa Kozan’a Ermeni askerlerinin gönderilmemesi kararlaştırılmıştır.
Bu heyete Savcı Ruhi Bey, Eşraftan dava vekili Topal Mustafa efendi ve Kozan’ın çok sevilen genç yedek üsteğmeni Saim Bey’den müteşekkil bir heyet seçilmişti. Görevli heyet, Adana’ya gitti. İşgal makamları ile temas ederek Kozan Türk ve İslam halkının dileklerini işgal kumandanlığına anlattılar.
İşgalin mutlak olduğunu fakat, Ermeni askeri göndermeyeceklerine dair söz alarak döndüler. Bu olaylar cereyan ettikten sonra Yüzbaşı Tayyarda (Taillerdat) komutasında Fransız işgal kuvvetleri Kozan’a hareket etmiştir. Bunu duyan Ermenilerde sevinç başlamış, aksine Türk’leri korku, dehşet ve panik sarmıştır.
8 Mart 1919’da Fransız işgal heyeti; Tayyarda, Üsteğmen Sübi, Tayyarda’nın muavini Ermeni Teğmen Terlemezyan, tercüman Balyan’dan müteşekkil olarak Kozan’a ayak basarlar. İlk defa Kozan köprü başında bazı kozanlar ve osmanli devleti memurunlarinin başında bulunan Mutasarrıf İhsan Bey işgal kuvvetlerini karşılamıştır. Ermeniler, mutlu olarak “yaşasın Ermenistan, Ermeni devleti kurulacak” naraları ile ellerinde Ermeni bayrakları köprü başında toplanmışlardır. Bu arada Zafer Tak’ı kurmaya çalışırlar. Bunu gören kozan’ın yiğit insanı Saim Bey olaylar çıkacağını belirtip Mutasarrıf İhsan Bey’le görüşüp Zafer Takımının kurulmamasını Sağlar.
İşgal Kuvvetleri Komutanını karşılamayan ve zafer tak’ının kurulmasını istemeyenlerden Belediye Başkanı Hüseyin Efendi görevden alınmış, yerine Ermenilerle dost geçinen Yiğenzade Mehmet Efendi, Ermenilerin tavsiyesi ile belediye başkanlığına getirilir.
Kozan’ın işgali bahis konusu olunca İngiliz ve Fransız makamları ile temas kurarak Kozan’ın işgalinden vazgeçilmesi veya Ermeni askeri gönderilmemesini sağlamak üzere Adana’ya gönderilen Savcı Ruhi Beyle, dava vekili Emmi Mustafa Efendi ve ayrıca Mahfezade Ibrahim Hoca’yı derhal Kilikya hududlarından çıkartmıştır. Saim Bey de bu sürgünden nasibini almıştır.
Adliye, Jandarma ve Polis memurlarının maaşlarına aşırı derecede zam yaptı. Bundaki amacı adalet cihazı ile icra kuvvetlerini elinde tutmaktı.
ÇATIŞMALARIN BAŞLAMASI
Ermeniler’in kurduğu Tesviye-i Mesalih komisyonları dışında Ermeni Öc Alayı ve Ermeni Gönüllü Fedaileri (Kamovar) gibi kuruluşlar da ilçemizde örgütlenip faaliyetlerine başlamışlardır.
Tayyarda’nın emri ve Ermeniler’in baskı ve tavsiyesi ile köylere gönderilen kamovar destekli tahsildarlar köylerden zorla vergi toplamış ve bulunan silahlara da el koymuşlardır.
1. Karabucak Savunması
2. Bozat Gediği çatışması
3. Kovanbaşı Savaşı
4. Hamam Köyü Baskınları
5. Karga Pazarı çatışması
6. Kozan katliamı
Organize haraket [değiştir]
Tayyarda tarafından sürgün edilen Sehlikzade Hasan Efendi, Kurdoğlu Hulusi Bey, Topaloğlu Halil Efendi işgal günlerinde eş ve çocuklarını emniyetli bir yere yerleştirip, kendileri Sivas Kongresi’ne katılmak üzere Kayseri’ye varırlar.
Daha önceden buraya sürgüne gönderilen dava vekili Emmi Mustafa Efendi ile buluşup, Sivas’a varırlar. Amasya’da Salih Paşa ile görüşüp Sivas’a dönen Mustafa Kemal Paşa Kozan’dan gelen 4 kişilik heyeti huzuruna kabul eder.
Heyetin sözcülüğünü yapan Sehlikzade Hasan Efendi’yi dinler. Hasan Efendi, Kozan’ın işgalini, yapılan zulmü ve cinayetleri anlatır. Atatürk’e (Bizim malımız, paramız ve silah var, yalnız bunları bir düzene koyup yerinde kullanacak kumandana ihtiyacımız var.) der.
Kozan heyetini dinleyen Mustafa Kemal Paşa bir karara varrır ve şöyle der: “Size istediğiniz komutanları vereceğim, fakat sizin hayatınız gibi vereceğim komutanların varlığı da bu işin büyük bir gizlilik, bir komitecilik ruhu içinde yürütülmesine bağlıdır. Şimdi siz Kayseri’ye hareket edin, komutanlarınız arkadan size yetişeceklerdir”
Kozan’lıların huzurdan ayrılmasından sonra Mustafa Kemal Paşa, Binbaşı Kemal Bey’i (Kozanoğlu Doğan) takma adı ile Kilikya Kuvai Milliye Komutanlığı’na, Yüzbaşı Osman Bey’i de (Aydınoğlu Tufan) adı ile onun yardımcılığına görevlendirir.
Daha önce Kayseri’ye hareket eden Kozanlılarla komutanlar, Develi'de Belediye Başkanı Kamberli Osman Bey’in evinde buluşurlar. Askeri heyete katılan Ratıp Bey de burada hazır bulunur. Görev bölümü yapılır. Binbaşı Doğan Bey ile Ratıp Bey Batı Kilikya Komutanlığı’na görevlendirilir.Kamberli Osman Bey’in evindeki toplantıya katılan Gizzik Duran ve çetesi,Osman Tufan Bey’i alıp Tufanbeyli’ye hareket ederler.Tufanbeyli’den Göksun’a varırlar.Meyremçil Belini aşarak Osman Bey Andırın’a iner. Yaycıoğlu Ibrahim Ağa’nın evinde karargah kurarak, Doğu Kilikya Müdafai Hukuk Cemiyeti’nin temelini bu evde atar. Daha sonra Kadirli Müdafai Hukuk Cemiyeti’ni kurarak Kuvai Milliye Teşkilatı’nı harekete geçirir. Yiğit Kadirli halkı, 7 Mart 1920’de Kadirli’yi işgalden kurtarır. Kadirliye inen Osman Tufan Bey, Kozan’ın kurtuluşunun nasıl yapılacağını, Kozan’dan varan heyetlerle görüşüp Müdafai Hukuk Cemiyeti’nin kurulmasını ve yönetim kurulu ile başkanın seçilmesini ister. Ancak bu cemiyetin başkanlığını ulemadan ve okur yazar olanlardan hiçkimse kabul etmek istemeyince, daha sonra, Haçin baskınında şehit düşen Kahraman Ökkeş Bey (İlbeyi) gönüllü kabul eder. Böylece,
KOZAN MUDAFAA-İ HUKUK CEMİYETİ
1. Koyunevi Tabur Komutanı Sarıbahçeli Ahmet Ağa, Kırmızı Osman, Ağzıkaraca köyünden Musa Hoca
2. Berber Bölüğü Komutanı Kurtlu Uşaklı Hacı Efendi.
3. Arslanlı Bölüğü Komutanı Topaizade Halil Efendi.
4. Hamam Köyü Grup Komutanı Bayramoğlu Hacı Mehmet Öztorun
5. Ceritler Grup Komutanı KurdoğluHulusi Bey
6. Mansurlu Bölüğü Komutanı Abdussamet Samimi
7. Karacalar Bölüğü komutanı Yigenoğlu Ahmet Efendi.
8. Andıl ve havalisi Müfreze Komutanı Hakkı Efendi (Turgut).
9. Sıralif Grup Komutanı Karabucaklı Deli Hacı Ağa.
10. Köreken Müfrezesi komutanı Bayatoğlu Ahmet Çavuş, Gebenli Ali ve Cücen Ali Hoca. Ferhatlılı Hamdi Ağca, Kamalı Hasan, Kamalı Mehmet.
11. Döşeme müfrezesi Komutanı Yiğit Ağa (Kahraman Bey) ve Kadirlili mücahitler.
12. Kuyuluk Bölüğü komutanı Üzeyir Hoca oğlu Hasan Efendi.
13. Kayhan Grup Komutanı Çolak Hacı Ağa.
Bu grup komutanları emrinde bulunan Kozanlılar, Kozan’a hücum etmek üzere ilçeyi abluka altına alırlar. Durumu haber alan Fransız işgal kuvvetleri komutanı Tayyarda hazırlık yapar. Bir Haziran’ı 2 Haziran’a bağlayan gece yarısından sonra Kozan’ın yerli Ermenilerini de yanlarına alarak işgal kuvvetleri Kozan’ı boşaltırlar. 2 Haziran 1920 günü Türk Milis Kuvvetleri Kozan’a girdiler. Böylece bir yıl, 2 ay, 24 gün işgal altında kalan Kozan ve çevresi düşmandan kurtuldu.
Her yıl 2 Haziran, Kurtuluş Bayramı olarak kutlanmaktadır.